TUZ GÖLÜ

TUZ GÖLÜ

Türkiye’nin tuz ihtiyacının % 60‘ını karşılayan Tuz Gölü, dünyanın en büyük 2. tuz gölüdür. Tuz Gölü’nün kapladığı alan 1500 km2’dir. Bulunduğu bölgedeki kayaç yapının etkisi ile oluşmuştur. Zaman içinde yağışlar ve akarsular tektonik hareketlerle çökmüş olan bu alana dolmuş ve kayaçların çözünmesine sebep olmuştur.

Tuz Gölü'nde bulunan suyun büyük bir kısmı yaz aylarında buharlaşır ve ortaya tuzdan meydana gelmiş dev bir çöl çıkar.

Dünyanın En Kaliteli ve En Zengin Mineral Yapısına Sahip Tuzu:

Tuz Gölü’nün 250.000.000 ton tuz rezervine sahip olduğu tahmin edilmektedir. Dünyanın en tuzlu gölleri arasında yer almaktadır. Tuz oranı % 32.4 ve su yoğunluğu 1 - 22.5 cm3 / gr.’dır. Tuz Gölü, dünyanın en kaliteli ve en zengin mineral yapısına sahiptir. 1800’lü yıllardan bu yana gölden tuz elde edilmektedir. Türkiye'nin tuz ihtiyacının % 60 ‘ı buradan sağlanmaktadır.

Tuz Gölü, Melendiz Irmağı’nın yanı sıra pek çok küçük akıntı ve yeraltı tuzlu su kaynaklarıyla beslenir. Göldeki üç tuz yatağı yılda bir buçuk milyon ton tuz üretir. Büyüklüğüne karşın oldukça sığ bir göldür. Derinliği birçok yerde 0.5 metreyi dahi bulmaz.Suyun bol olduğu İlkbahar aylarında göl alanı 164 - 200 hektara ulaşır. Türkiye'nin en az yağış alan yeri olduğu için akarsu beslemesi bakımından çok fakirdir.

Kuş varlığı yönünden Türkiye'nin en zengin göllerinden biridir. Kışın kapladığı çok geniş su alanı su kuşları için önemli bir kışlama alanı oluşturur. Türkiye'nin ikinci büyük gölü olan Tuz Gölü'nün dünyadaki tek benzeri ABD'de bulunmaktadır.

Litresinde 329 gram tuz içeren Tuz Gölü'nün bu özelliğini değerlendirerek tuz elde etmek amacıyla kıyılarında üç adet tuzla kurulmuştur. Bunlardan en önemlisi Cihanbeyli Yavşan Tuzlası'dır.


 

TUZUN TARİHİ

Tuz, dünya sahnesine çıktığı andan itibaren en kıymetli maddelerden biri olmuştur. Dünya tarihi boyunca uğruna savaşlar yapılmış ve bir dönem kıymeti altının üzerine çıkmıştır.

“Modern yer biliminin sağladığı bilgilerden önce tuzun nerede bulunduğunu bilmeyen insanoğlu, 20.yüzyıla kadar umutsuz bir biçimde tuzun peşinde koştu. Tarih boyunca tuz o kadar değerliydi ki, bazı ülkelerde asker ve işçiler maaşlarını tuz olarak alıyordu. Büyük Roma yollarından ilki, tuzu sadece Roma’ya değil yarımadanın iç kesimlerine de taşımak için inşa edilmişti. Çinliler, Romalılar, Fransızlar, Venedikliler, Habsburglar ve diğer bir çok yönetim savaşlar için para bulmak üzere tuz vergisi koymuştu.

Çin’de tuz üretimine ilişkin en eski yazılı kaynak, İ.Ö. 800’e aitti. Belgede, Xia Hanedanlığı sırasında bin yıl önceki deniz tuzu üretimi ve ticaretinden söz ediliyordu. Çin yönetimleri yüzyıllarca tuzu, devletin bir gelir kaynağı olarak görmüşlerdi. Çin’de İ.Ö. 12. yüzyılda tuz vergisinden söz eden metinler bulundu.” (Kaynak: Mark Kurlansky, Tuz - İnsanlığın Tuzlu Tarihi)

Et ve balığı tuzlayarak saklayan ilk uygarlığın Mısırlılar olabileceği belirtiliyor. Araştırmalara göre, Mısırlılar Nil deltasında deniz suyunu buharlaştırarak tuz üretiyorlardı. Balığı tuzda saklamaya ilişkin en eski belgeler ise İ.Ö. 2000’de Çin tarafından oluşturulmuş.

1350’li yıllarda Afrika, Avrupa ve Asya’da kara yolculukları yapmış olan Ortaçağın en büyük gezgini İbni Batuta, muhteşem bir cami dahil tamamen tuzdan inşa edilmiş olan Taghaza şehrini ziyaret ettiğini yazdı. Tuzdan yapılan binalar, şehri ziyaret edenleri büyülemişse de bu bölgede inşaat için kullanılabilecek tek malzeme tuz bloklarıydı. Antik Taghaza’da çıkarılan tuz, 100 kiloluk tabletler halinde, develerle yaklaşık 750 kilometre uzaklıktaki Timbuktu’ya taşınırdı. (Ntv arşivleri)

Romalılar için tuz, imparatorluk kurmanın zorunlu bir parçasıydı. Büyük Roma yollarından ilki, tuzu sadece Roma’ya değil, yarımadanın iç kesimlerine de taşımak için inşa edildi. Roma ordusunda da bazen askerler maaşlarını tuz olarak alıyordu. Yayıldıkları dünyada tuzlaları geliştirip deniz kıyılarına, bataklıklara ve tüm İtalya yarımadasındaki tuzlu su kaynaklarına tuzlalar kurdular. Roma İmparatorluğunda 60’da fazla tuzla belirlenmişti. Romalılarda tuz, sofrada servis edilirdi. Tuz, bir anlaşmanın bağlandığını simgelediğinden bir ziyafet sofrasında tuzluk bulunmayışı, düşmanca bir eylem olarak yorumlanır, kuşku uyandırırdı.

Ortaçağ ve Rönesans’ta sofraya tuz koymak zenginlerin lüksüydü. Bu dönemde Fransız krallıklarında, kral sofraları mücevherlerle kaplı ve içleri tuz dolu vazolarla donatılırdı. Özellikle İtalyan eşyalarının moda olduğu 16.yüzyılda “büyük tuz” adı verilen şık tuzluğun yanı sıra, değişen yemeklerle beraber sofraya konulan küçük tuzluklar da bulunurdu. Büyük tuz, yemek boyunca büyük efendinin, davet sahibinin ya da şeref misafirinin yanında bulundurulurdu. Parmakla tuza dokunmak kaba bir davranış, hatta bazen talihsizlik olarak görülürdü.

SOFRAMIZDAKİ TUZ GÖLDEN
  • Dünyanın En Zengin Mineral Yapısına Sahip Tuzu
  • Dünyanın Çevre Kirliliği Tehdidi Olmayan Tek Tuz Gölü
  • Cihanbeyli Kalitesi ile Dünya Standartlarında.